Gazze bir okuldur dedik; hem de tüm insanlığa onur, direniş ve ahlâk dersi veren bir okul. İlahi vahyin öğretilerine sımsıkı sarılan bir toplumun nasıl olduğunu gösteren bir okul. Bu okul ilahi vahyin yani kitabın (hablullah) inzal olduğu ve insan hayatında sünnete ittiba ile amele döküldüğü bir okul. Zalimle mazlumun arasını ayıran okul. Sadece işgalci israil'deki zalimleri değil tüm dünyadaki zalim sistem ve iktidarların gerçek yüzünü ortaya çıkaran bir okul.
Bu okulun verdiği derse talip olan, bu kaynaktan kana kana içen Hz. İsa gibi şifa bulacak tüm manevi hastalıklarına. Bu okuldan ders alan, Hz. Musa gibi sihirbazların yılan gibi gösterdiklerinin ip olduğunu görecek. Bu okuldan ders alan Hz. İbrahim gibi tek başına kalsa bile Nemrutlara ve zalimlere karşı dik durmayı öğrenecek.
Bu okul başta Müslümanları olmak üzere tüm mazlum insanlığı kurtuluşa davet ediyor. Bu tarihi bir fırsattır. Ve Allah'ın rahmetinin bir tecellisidir. Allah modern insana yeniden ruh vermek, fıtrat yatağına dönmesi için bir sebep yaratıyor. Eğer bu fırsat kaçırılırsa korkarım ki yaşadığımız zillet daha çok devam edecek. Bu yüzden Müslümanlar olarak kendi yaşadığımız toplumun siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik sistemini bu okulun mihenk taşına vurmamız gerekir.
Bu anlamda Gazze, Osmanlı'nın mirası üzerine Türk ırkçılığını esas alarak “Modern Ulus Devlet" modeliyle kurulan yeni Türkiye'de sistemleşen Kemalizm'i ve kuruluş hikayesini anlamamıza da yardımcı oluyor. Adına ‘gavur' dediğimiz Avrupa insanının dahi tepki gösterdiği siyonist soykırıma, neden Kemalist ve ırkçıların alkış tuttuğunu anlamamızı istiyor bizden.
Kemalizm ve ırkçılığın siyonizm ile nasıl bir bağlantısı olduğunu anlatıyor. Sahi, bunu gereği gibi sorgulayabiliyor muyuz? Yoksa, başıma bela alırım diye yüzyıllardır bize dayatılan bir putlaştırılmış sisteme dokunmaktan ceza alırız diye mi uzak duruyoruz? Oysa Gazze bize hayatımızdaki hiçbir putun! Allah'tan güçlü olmadığını gösteriyor.
Mesela Türk ırkçılığının ve Kemalizm'in fikir babası Moiz Kohen'in kim olduğunu ve kendisi Türk olmadığı halde neden bu kadar Türkçülük için çalıştığını hiç merak ettiniz mi?
Peki, kim bu Moiz Kohen ya da diğer adıyla Munis Tekinalp?
Serez'de doğdu. Asıl adı Moiz Kohen'dir (Cohen). Tekin Alp, Munis Tekinalp, Musa Tekinalp adlarını kullanmıştır. Babası İzhak Kohen bir hahamdı. Öğrenim hayatına Serez'de başladı. Daha sonra Selânik'te Alliance Israëlite Universelle'e ve yahudi okuluna aynı zamanda devam etti. Aralık 1907'de Selânik'te Ecole Imperiale de Droit'da okudu, ardından İstanbul'da hukuk tahsil etti. 1908'de Selânik'te Matild Bendavid ile evlendi. Meslek hayatına Selânik'te mezun olduğu Yahudi Öğretmen Okulu'nda kısa bir süre hocalık yaparak başladı.
Derken 1905'te İttihat ve Terakkî Cemiyeti'ne üye oldu. Osmanlıcılık, Türkçülük ve Kemalizm alanlarında fikrî siyasî çalışmalar yapan Tekinalp, 1908'den itibaren İttihat ve Terakkî'nin resmî yayın organı olan İttihad ve Terakkî gazetesinde yazmaya başlamış. 1936'da yayımladığı Kemalizm adlı kitabında Kemalizm'i bir ideoloji olarak ele alıp Türk ruhu ve düşüncesi üzerinde yaptığı değişime dikkat çekmiş, milliyetçilik ilkesine ayrı bir önem vermiştir. 1944'te Orta Asya'dan başlayarak Kemalist döneme kadarki Türk tarihini incelediği Türk Ruhu adıyla bir kitap yayımlamıştır.
Tek Parti devrinde Türk Dil Kurumu'nun üyesi olarak maaş bağlanan Moiz Kohen, Kemalizm adlı kitabı Medeni Kanunu'nun başında İslam'a hakaret eden Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'a varıncaya kadar Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Emin Yurdakul gibi cumhuriyetin kurucu fikir babalarını derinden etkilemiş biri. Öte yandan faal bir Mason olduğunu bilmekte fayda vardır.
“Biz, evvelâ, vatanperverlik ile dîni birbirinden ayıracağız. Münevver dimâğlar, bu laikleştirme gayretimizi dikkate almalıdır; ki bu husûs, bu memleketin Müslüman olmıyan vatandaşlarının çok menfâatinedir. Avâmdan havâssa (halktan aydınlara) yükselen ve kör inanç ve hurâfe kaynağı olan dînî idealizm, yerini, havâstan avâma indiği için daha aklî ve daha şuûrlu olan millî idealizme bırakmaktadır. Bu sûretle, en korkunç taşkınlıkların müsebbibi olabilecek Şerîat tehlikesine sed çekmiş oluyoruz." (Risal/Tekinalp 1912: 706)
Munis Tekinalp adıyla kendisini kamufle eden Moiz Kohen'in şu ifadesine bugünlerde çokça rastlamamız tesadüf eseri değildir:
“Lozan Antlaşmasından sonra, İstiklal mücadelesi iç düşmana yöneldiği zaman, kafası ezilecek olan düşman, teokrasi olmuştur. Bu muzır zihniyet yüzündendir ki bütün Türk milleti, göze görünmez kafeslerin arkasında, Batı kültüründen uzak, kaynağı Arabistan çöllerinde bulunan ruhanî ve şer'î kanunların tesiri altında yaşamağa mecbur bulunuyordu."
Mustafa Armağan, onun hakkında şöyle der:
“Yahudi hahamın oğlu ve bir başka hahamın kardeşi olan 1883 Selanik doğumlu Moiz Kohen İstanbul'da kaldığı yıllarda İttihatçılarca el üstünde tutulmuş, Türk Ocağı'nda defalarca konferans vermiş, Cumhuriyet devrinde de bütün bu gayretinin bedeli olarak 1945-50 yıllarında İstanbul Belediyesi Meclis Üyesi yapılarak maaşa bağlanmış, dahası, sıkı durun, Türk Dil Kurumu gibi Arapça ve Farsçaya savaş açmış bir kurum ile diğer bilimsel derneklerin üyeliğine getirilmiştir."
Birçok yönüyle eleştirebileceğimiz Osmanlı'da özellikle halk arasında iyi-kötü bir ümmet tasavvuru ve işgalcilere karşı direnmeyi öngören İslam'a olan bağlılık şuuru vardı. İşgal ettikleri cephelerde bu direnişin ve birliğin projelerine karşı tehlikesini iyi gören emperyal güçler, bu iki dinamiğin uzun vadede ortadan kaldırılması için çalışma yürüttüler.
Kemalizm ve laiklik adı altında İslam'ı, Türk ırkçılığı adı altında ise ümmet bilincini hedef aldılar. Yeni kurulan devletin kodlarında saklı bu iki düşüncenin ve bu düşüncelerden beslenen benzer düşüncelerin hâlâ kırmızıçizgi olarak görülmesi şaşırtıcı olmazsa gerek.
Tüm bu bilgiler ışığında koca Osmanlının tasfiye edilip 100 yıldır bize dayatılan laikliği, ırkçılığı ve din düşmanlığını esas alan mevcut Kemalist sistemin kimin tarafından inşa edildiği net olarak ortadadır. Bu anlamda Osmanlı'nın İslam dünyasıyla bağlarını koparıp Anadolu'ya hapseden Kemalizm ve Türk ırkçılığı, aslında ileride uyanma ihtimali olan bir medeniyetin ayağına vurulmuş birer prangadır.
İşin daha vahim tarafı ise bu medeniyetin çocuklarının bu prangaların takılmasını bir zafer olarak görmesidir. İşin çok daha vahimi ise kendilerini İslamcı olarak gören kimi insanların, tüm bu gerçekleri sorgulamadan Kemalizm'in bu ülkeye dayatılmasının yıldönümlerini, zafer ve bayram coşkusuyla kutlaması ve bunun gerçekliğine inanmasıdır.
Buradan siyoniste ve siyonizme lanet okurken onun 100 yıl önce bu topraklarda ektiği zehirli sarmaşıkları görmemek veya görememek ne kadar acı. siyonizme karşı miting yaparken onun kurduğu sistemi kutsamak ne kadar tuhaf. Cengiz Aytmatov'un anlattığı gibi kendi düşmanını dost görebilecek ve hatta düşmanı için hizmet edebilecek kadar mankurtlaşmak ne garip.
Bundan dolayı bugün 7 Ekim Aksa Tufanı'nı, Gazze'yi ve direnişini anlamak demek; başımıza bela edilen, bizi koca bir coğrafyadan koparan, bizi inancımızdan ve tarihimizden uzaklaştıran, bizi Çanakkale'de omuza omuza verdiğimiz kardeşlerimize karşı düşmanlaştıran, çatıştıran Kemalist sistemi ve Türk ırkçılığını iyi tanımak demektir.
Bunu başarmadığımız sürece ne gönül coğrafyalarımıza doğru kanat çırpabiliriz ne de 100 yıldır hapsedildiğimiz küçük zindanda rahat yüzü görebiliriz.